Bir Kadınlar Günü’nde maalesef ki…
Bir akademisyenden yazılarını belirli bir dinginlikle kaleme alması, üst düzey bir üslup tercih etmesi, bir bakıma “elit” bir yazarlık sergilemesi beklenebilir. Bu beklentinin haddizatında kendi düşüncemde de karşılığının olduğunu belirtmeliyim. Ancak… Her gün hem cinslerim, erkek eliyle cinayetlere kurban giderken, vahşi şiddeti kemiklerine, iliklerine kadar yaşarken, Allah’ın yarattığı güzelim yüzleri, erkek darbeleriyle yeni renkler, yeni şekiller alırken bir akademisyen dinginliğini bu yazıda görmek mümkün olmayacaktır.
“İnsan” değil “erkek” yetiştirmenin en ağır sonuçlarını yaşadığımız günlerde, kadın ve erkeğe dair tüm anlayışlarımızı yeniden gözden geçirmemiz şart.
Kadını birey değil ancak erkekle kâim ikincil bir varlık olarak tanıtan; kadına yer belirleyen, sınır çizen; kendi zihnindeki çarpıklıklarla mücadele yerine kolay yoldan kadını tahakküm altına alarak onu küçük ve “korunaklı” bir dünyaya hapseden erkek anlayışlarının bizi nereye getirdiği ortada…
Katledilen veya şiddete maruz kalan kadınların eğitimli-eğitimsiz, sağ-sol, dindar-seküler her çevreye mensup erkeklerden gördükleri zulüm, ayrım yapmadan, sorumluluğu bir tarafa yüklemeden konunun üzerine gidilmesini gerekli kılıyor.
Vuku bulan şiddetin üzerine, yeni vahşet üretiminden caydırıcı, toplum vicdanını tatmin edici ve geciktirilmeyen cezalarla gitmek konusunda toplum hem fikir. Geleneksel ve yeni medyanın da elini taşın altına koyması; bu görüntülerin paylaşıldıkça birilerine yol tarif ettiği, örnek olduğu, seçenek sunduğunun bilincinde olması elzem.
Yeni şiddet vakalarının önlenmesi için toplumun bir bütün olarak tepki göstermesi, şiddet uygulayanı yalnızlaştırmaktan başlayarak mümkün olan en ağır toplumsal müeyyideleri koyması şart. Yönetimin de mevzuatın tavizsiz uygulanması konusunda kararlığı bu noktada mühim.
Meselenin gündemimizden çıkması için ise, toplumsal bir mutabakat ile daha çocukluğun ilk dönemlerinden itibaren insanî değerlerle donatılmış bireyler yetiştirmek, bir cinse diğerine tahakküm hakkı vermemek hatta bunu ihsas ettirecek en küçük yönlendirmelerde bulunmamak konularında beraber hareket etmekten başka yol yok gibi görünüyor.
Biz kadınların görmek istediği şey, yaşamın her alanında erkeklere yönelik pozitif ayrımcılığa son verilmesi.
Toplumun yarısını teşkil eden kadınların, siyasetten ekonomiye, akademiden sanayiye, bilişimden sağlığa her alanda çalışanların yarısının çok gerisinde olması, erkeklere pozitif ayrımcılığı açıkça ortaya koyuyor. Bu durumu, kadınların hazır olmamalarına veya yetersizliklerine hamleden anlayışın herhangi bir kıymeti bulunmuyor.
Çocukluktan itibaren geriye atılmayan, önüne engeller konulmayan, eşit şartlarda imkânlar sağlanan kadınların bulundukları mevkiler de zannediyorum kanaatimi doğruluyor.
Kadının bir alanda “var” olabilmesi için erkeklerden çok daha fazla çalışma performansı beklenmesi de örneklerini her an gördüğümüz bir ayrımcılık türü. Erkeklerin egemen oldukları dünya siyasetinin, ekonomisinin, güvenliğinin; erkeklerin kadınlara sayıca birkaç kat fark attığı ülkemiz akademisinin hâli pür melâli ortada iken kadınların siyaset, ekonomi, dünya barışı, akademi gibi alanlarda yetersiz olduklarını/olacaklarını iddia etmenin bir karşılığı bulunmuyor.
Kadının bir birey olabilmesi çabalarının varlığı dahi bir ilkellik yansıması iken, bu noktayı çoktan aşmış olmak gerekirken, gelinen noktada cinayetleri önlemek, kadın bedeni ve ruhunu öldürmemek için fikirler geliştirmek zorunda kalmak, gidilecek daha çok yol olduğunu gösteriyor…
08/03/2021