Doğruyu Söyleyen Yalnız Yürür
Resulullah “Hanginiz bu dünyada kendisinden ayrıldığım hal üzere ahirette benimle buluşur?” diye sordu. Ebu Zer Gıfari “Ben!” dedi. Bunun üzerine Resulullah “Doğruyu söyledin. Senden daha doğru bir söz sahibini ne gök gölgeledi ne de yer taşıdı. Kim İsa b. Meryem’in zühdüne bakmak isterse Ebu Zer’e baksın” dedi.
Bir liman şehri olan Yenbu yakınlarında yaşayan Gifariler, civardan geçen kervanların yollarını keserek geçimlerini yağma ve çapulculukla geçirirlerdi. Bu konuda o kadar sınır tanımıyorlardı ki, haram aylara dahi hürmet etmiyorlar, hacılara ait kervanları bile yağmalıyorlardı. Ebu Zer Gıfari, kabilesinin önde gelenlerinden olup gençliğinde kabilesiyle birlikte bu tür faaliyetlerin içinde aktif rol almıştı.
Daha sonra kendi idrakiyle yaptıklarından pişmanlık duyan Ebu Zer, kabilesinin tuttuğu yoldan ayrılıp, putlara tapmayı bırakmış ve onları eleştirmeye başlamıştır. Bu nedenle kabilesinden dışlanan Ebu Zer buradan ayrılarak dayısının yanına sığınmış, ancak kabilesinin dayısıyla da arasını açması sonucu Mekke yakınlarında bir yere yerleşmek zorunda kalmıştır. Resulullah’ı tanımadan önce “La ilahe illallah” diyen Ebu Zer sonraları o dönemde kendince namaz kıldığını, hatta bazen yorgunluktan bitab düşünceye kadar ibadet ettiğini anlatır. Kardeşi Üneys’in bir iş için gittiği Mekke’de Resulullah’tan bahsedildiğini duyması ve bunu Ebu Zer’e müjdelemesi üzerine Mekke’ye gidip hiç düşünmeden iman eden Ebu Zer Müslümanların beşincisidir. Resulullah onun Hicaz’da çapulculukla tanınan Gifariler’e mensup olduğunu duyduğunda hayretini gizleyememiş “Allah dilediği kimseye hidayet eder” demiştir. Resulullah’ı ilk kez Allah’ın selamıyla selamlayan Ebu Zer olmuştur.
Onun vesilesiyle kabilesinin neredeyse yarısı Mekke’nin fethinden önce Müslüman olmuştur. Uhud savaşından sonra Medine’ye yerleşen Ebu Zer, Ashab-ı Suffe’den olup mümkün olan bütün zamanını Resulullah’ın sohbetiyle doldurmuştur. Ebu Zer “Resulullah, gökyüzünde kanat çırpan kuş hakkında bile bize ilim vermeden aramızdan ayrılmadı” demiştir. Resulullah’ın her anına şahitlik edip, onu iyi anlamaya çalışan Ebu Zer hakkında Hz. Ali “Ebu Zer karşısında aciz kalacağı kadar ilim kavradı. O, dini için cimri, ilim için hırslıydı. Ona çok soru sorulur; bazen bilgi verir, bazen de vermezdi. O ilimle kabı dolana kadar kendisine ilim verilendir” demiştir.
Resulullah’ın vefatının ardından yapılan fetihler sonucu umulmadık bir refaha kavuşan ümmeti uyaran Ebu Zer, aile nafakasından fazla mal biriktirmeyi haram saymış ve yaptığı konuşmalarla halkı buna teşvik etmiştir. Muaviye onun bu fikirlerini halk arasında yaymasını engellemeye çalışsa da başarılı olamamıştır. Ebu Zer “Dostum bana yedi şeyi tavsiye etti: Fakirleri sevmeyi ve onlara yakın olmayı emretti. Benden aşağıda olana bakmamı, benim üstümde olana bakmamamı emretti. Bana hiç kimseden bir şey istemememi emretti. Bana sırt dönse bile, akrabalık bağlarını korumamı emretti. Bana acı bile olsa, hakkı söylememi emretti. Allah için kınayanın kınamasından korkmamamı emretti ve bana “La havle ve la kuvvete illa billah” zikrini çokça söylememi emretti.” diyerek ömrünün sonuna kadar, “Dostum” dediği Resulullah’ın kendisine öğrettiği yolda yaşamaya gayret etmiştir.
Ebu Zer, Şam’da bulunduğu sırada Muaviye’nin yaptığı uygulamalara yönelik olarak “Vallahi daha önce görmediğimiz şeyler zuhur etmeye başladı. Bunlar ne Allah’ın kitabında ne de Resulullah’ın sünnetinde vardır. Yemin ederim öldürülmekte olan bir gerçeği, yaşatılmaya çalışılan bir yanlışı ve yalanlanan bir doğruyu söyleyeni görüyor gibiyim.” dediğinde ise halkın kafasını karıştırmakla ve fitne çıkarmakla suçlanmıştır. Muaviye’nin Hz. Osman’a şikayet mektubu yazması üzerine Medine’ye çağrılan Ebu Zer, burada da Hz. Osman tarafından yalnız yaşaması ve kimseyle görüşmemesi emriyle Rebeze’ye gönderilmiştir. Resulullah’ın “Habeşli bir köle de olsa ona itaat et” dediği Ebu Zer halifenin kararını tebessümle karşılamış, “Kim otoriteyi küçük düşürürse tövbesi kabul edilmez” diyerek, yönetime karşı bir bayrak altında toplanmayı teklif eden Iraklıların muhalefetine alet olmamayı tercih etmiştir.
Ebu Zer, Rebeze’de eşi ve kızıyla birlikte Mekke’den uzakta yalnızlık ve yoksulluk içinde vefat etti. Onun cenazesini eşi Ümmü Zer ve kızı yol kenarına koydular. O sırada oradan geçmekte olan bir kafilede bulunan Abdullah b. Mes’ud, cenazeyi görünce Ebu Zer’i tanıdı ve Resulullah’ın “Ey Ebu Zer! Sen yalnız olarak yürürsün, yalnız olarak ölürsün ve yalnız olarak diriltilirsin” dediğini hatırlayıp onu ağlayarak defnetti.
Kimileri bildiği doğrulara kılıflar uydurarak gerçeği kendinden de çevresinden de ötelemeye çalışır; kimileri ise doğruyu olanca çıplaklığıyla kabul edip söylemek için yaşarlar. “Doğruyu söyleyenin dokuz köyden kovulduğu” deyiminin mütecessim bir tablosu olan Ebu Zer’in yaşamı, Resulullah’ın zühd ve takvasını anlatmakla geçmiş, ancak uğradığı son durak yeri yalnızlığın köyü Rebeze olmuştur.
07/05/2018