Hüseyin Atay’ın “Ben” Adlı Eserine Dair …

25.05.2019
6.208
A+
A-
Hüseyin Atay’ın “Ben” Adlı Eserine Dair …

Hem bir birey olarak insan hem de toplumlar, kendilerinden önceki tarihî mirasın olumlu ya da olumsuz eklerini, zorunlu olarak beraberlerinde taşımaktadırlar. Bu miras; kimi zaman hazır bulunmuş sağlam bir zemin, kimi zaman ise aşılması gereken zararlı bir yük demektir. Bu anlamda Hüseyin ATAY, geçmişin birikimini yok saymamakla birlikte, onun zararlı bir yüke dönüşmemesi için mutlaka eleştiri süzgecinden geçirilmesi gerektiğini söylemekte; bunun da ötesinde, Müslümanların içinde bulundukları olumsuz halin sebebini; düşünme, sorgulama, eleştirme ve temyîzden uzak kalmaya bağlamaktadır. Ona göre bu uzak kalış, taklit üzere eylemde bulunmayı, ‘geçerli doğru’ seviyesine taşıması sebebiyle İslam dininin iki kaynağı olan akıl ve Kur’ân’ın değersizleştirilmesi; yani “Ben”in eğitilememesi sonucunu doğurmuştur.

Bu doğrultuda ATAY, amacını, “en doğru ve insan için en uygun din olan İslam’ı, ondan uzak düşen Müslümanların elinden kurtarıp İslam’ı bütün insanların anlamasına yardım etmek” şeklinde izah etmektedir. Onun gerçekleştirmek istediği, İslam’ın ilk dönemlerindeki sadeliğe ve akıl ve Kur’ân temelli sağlam anlayış metodolojisine geri dönmektir. Bu itibarla, Türkiye’de bu anlayışın sistematik ve tutarlı bir şekilde irdelenmesi, savunulması ve uygulanması noktasında  öncü olma onuru, Prof. Dr. Hüseyin ATAY’a aittir.

Benimsenilen bu ilkenin, ATAY tarafından İslam tanımına açık bir şekilde yansıtıldığı görülmektedir: İslam; doğruya, bilerek bağlanmadır. ATAY burada üç temelden hareket etmektedir: a) Tek başına inanma, bir değer ifade etmemektedir. Ne yaptığının, Niçin yaptığının, Nasıl yapması gerektiğinin farkında olunmadan gerçekleşen bir inanma, inanılacak varlığın Ne olduğu noktasında kişiyi olması gerekene ulaştırmayacaktır. Dolayısıyla inanmak değil, ‘doğruya inanmak’ önemlidir. b) İlme dayanmayan hiçbir iş, istenilen olumlu sonucu vermez. İnsanın Yaratıcı ile kuracağı bağ da bilmeye dayanmalıdır. Bu bağlamda İslam, düşünme ve doğruyu tespit etme üzerine kurulu nesnel/ilmî bir temele dayanmaktadır. c) Doğruyu tespit etme, ona içtenlikle bağlanma ve farkında olarak onu uygulama sonucunu doğurmaktadır. İşaret edilen bu temeller dikkate alındığında, söz konusu İslam tanımının, insanın; aklî, kalbî ve fiilî boyutlarının tümünü harekete geçirecek bir motivasyona sahip olduğu söylenebilir.

ATAY’a göre İslam, Allah’ın evrensel dinidir. Dolayısıyla bu din, herhangi bir kimseye ya da topluma özel değildir. Ve İslam dininin, “aynı gerçeği anlatan” iki kaynağı vardır: Akıl ve Kur’ân. ATAY’a göre akıl; a) Allah’ın vekilidir. b) Allah’ın okunmayan (sözsüz) vahyidir. c) Her insana verilmiş evrensel gösterge (hidayet) yöntemidir. d) Değişmez ilkedir. Bu donanımlara sahip aklın, insana yüklediği sorumlulukları ise şu şekilde ifade etmek mümkündür: a) İnsan, aklı ile öncelikle kendi ve kendini çevreleyen varlıkları anlamaya çalışmalı ve onları bir köken sorgusuna tabi tutmalıdır, b) Akıl ile gerçekleştirilen bu anlama ve sorgulama, tüm mevcudatı Var Eden’i bilme ile sonuçlanmalıdır, c) Akıl, Allah’ın insana göndermiş olduğu Kur’ân’ı (görev/öneri bildirgesini) anlamalı ve sorumluluklarını yerine getirmelidir. Bu bakımdan ATAY’a göre, akıl ile vahiy arasında varoluşsal açıdan bir öncelik sıralaması bulunmaktadır. Fakat bu asla bir önem sıralaması değildir. Zira aynı kaynaktan gelen ve aynı gerçeğe işaret eden iki unsur arasında önem sıralaması yapmak, ATAY’a göre mümkün değildir.

ATAY’ın vahiy tanımı ise şu şekildedir: Vahiy, Allah’ın, yarattığı en değerli varlık olan insanın düşüncesizce davranışlarda bulunduğunu göstermek ve düşünerek iş yapmasını sağlamak için gönderdiği bildiridir. Allah’ın bu bildirisi; vacib, mümkün ve mümteni şeklinde üçe ayrılan varlık hükümlerine mutabık ifadeler barındırmaktadır. Dolayısıyla vahiy, aklın zorunlu (vacib) olduğunu kabul ettiği bir şeye karşı olmaz. Bu ise insanın vahyi açık bir şekilde anlamasını ve benimsemesini sağlamaktadır. Başka bir ifadeyle, bahsi geçen üç hüküm, Allah’ın yaratmasının temelini oluşturduğu için Allah’ın tekvînî vahyi ile teklîfî vahyinin karşı karşıya gelmesi söz konusu değildir. Akıl, sorgulama ve irdeleme yoluyla bu hükümleri keşfetmekte; vahiy ise bu keşfi desteklemektedir. ATAY’a göre bu durum, zorunluluk (vacib) alanı için geçerlidir; mümkün alanda ise durum bunun aksidir. Yani “kanıtla (burhanla) bilinen şeylere akıl yargısını verir, Kur’ân onu destekler. Mümkün şeylerde ise Kur’ân yargı verir, akıl onu destekler.”

Allah, bildirisini iletmek için insan olmak noktasında yapısal anlamda aynı kodlara sahip bir kişiyi görevlendirerek insanlara kendi dillerinde bilgi iletmiştir. Bu bakımdan ATAY’a göre Hz. Muhammed, Kur’ân’ın getirdiği İslam dinini, Kur’ân’ın amacına ve felsefesine göre uygulayan; Rabbinin önerilerini en iyi davranış biçimleriyle yerine getiren ve böylece birçok kişiyi İslam’a kazandıran en önemli örnektir. İnsanlara, sözlü bildiri ile birlikte bir de rol model tayin edilmesi, Allah’ın tarihe müdahalesinin insan merkezli olduğunu göstermektedir. Bu doğrultuda ATAY, “İnsan, amaçtır! Kur’ân, insan içindir; insan, Kur’ân için değildir. Kur’ân, insanı kullanacak değil; insan, Kur’ân’ı kullanacaktır. Hz. Muhammed döneminde böyle davranılmıştır” ifadelerine yer vermektedir. Böylece o, “Akıl, Kur’ân, Elçi ve İnsan” arasında sıkı bir bağ kurmaktadır.

İnsan nasıl bir varlıktır? Vahyi doğru anlamak için nasıl bir metodoloji izlenmelidir? Allah vahiyle insanlığa müdahalesini neden durdurmuştur? Müslüman toplumlar tarihte ve şimdi bu konuda nasıl bir yol takip etmişlerdir? Anlam krizlerinin ortaya çıkardığı sorunlar ve onların çözüm yolları nelerdir? gibi soruların Hüseyin ATAY dilinden ifadesi ise bir sonraki yazımızda olacaktır ..

 

Tuğba GÜNAL

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi,

Kelam Anabilim Dalı, Araştırma Görevlisi,

t_gunal@hotmail.com

BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.