İnsan Varlığının Zaferi: Birey Olmak

18.09.2021
1.252
A+
A-
İnsan Varlığının Zaferi: Birey Olmak

İnsan varlığı için iki tabiattan söz edilebilir. Bunlardan ilki, sahip olduğu yeti ve donanımlar itibarıyla türünün tüm paydaşlarıyla ortaklık sağladığı verili/garîzî tabiattır. Bu bakımdan tüm insanların yaratılışsal açıdan eşit bir düzlemde bulunduğu söylenebilir. İkincisi ise söz konusu potansiyel yapının iyi-doğru-güzel ya da kötü-yanlış-çirkin yönde işlevselleşmiş halidir. Bu ise kişinin kendisine kazandırdığı oluşumsal/kesbî tabiattır. Burada hem çift kutuplu eylem tarzları arasında yapılan tercihin hem de insanın doğduğu andan itibaren kendini içinde bulduğu ve bir başkasınınkiyle örtüşmeyen imkânlar alanını nasıl ve ne için kullandığının önemi açığa çıkmaktadır. Bir insandan kişi/birey olarak bahsedilebilmesinin temeli de burada yatmaktadır. Bir başka ifadeyle, potansiyel anlamda sahip olunan yapının, akıl ve ihtiyarî irade temelli eylem hali, insanı “kişi/birey” yapmaktadır. Bu doğrultuda, Prof. Dr. Mahmut AY Hocamızın birey hakkında kaleme aldığı kavram çalışmasını hatırlatmakta fayda var:

Birey, akıl, özgürlük ve sorumluluk gibi nitelikleri ile her türlü sosyal yapı ve kurumun ötesinde anlam ve değer taşıyan, kendini, evreni ve Tanrı’yı tek başına keşfedebilen, öz bilinç sahibi kişidir. Birey kavramı, evrendeki her insan teki ve onun biricikliği yanında tanrısal bir niteliği de ifade eder. Kur’an’da Tanrı’nın ehad ismi, O’nun eşsizliğini, biricikliğini ve mutlak bireyliğini anlatır. Tanrı ile insan arasındaki ilişki, iki birey arasında gerçekleşen biricik ve eşsiz bir ilişkidir. Her bir insanın Tanrı’yla özel, bireysel ilişki kurması ve bunu sürdürmesi her zaman mümkündür. Müslüman kültüründe birey olmak önemsenmiş ve Tanrı’nın birey oluşunu gönülden onaylayıp benimseyenlere, birey olmayı başaranlara ehlü’t-tevhîd veya muvahhidîn denmiştir. Müslüman teolojide Tanrı ve insanın bireyliğini ifade etmek üzere zât, nefs ve ferd gibi kavramlar yer alır. Zât kavramı, genellikle Tanrı hakkında kullanılmakla beraber, insanın düşünen, özgür, benlik, bilinç ve vicdan sahibi bir varlık oluşunu da ifade eder. Nefs ve ferd kavramları Tanrı hakkında kullanıldığında, O’nun benliği, kendiliği, hakikati, biricikliği ve eşsizliği, insan hakkında kullanıldığında ise onun diğer varlıklardan ayrıcalığını, birey oluşuna temel oluşturan ilke ve nitelikleri vurgular. Bu kavramların Tanrı ve insan için ortak kullanımı her ikisi arasındaki özsel ve ontolojik ayrılığı ortadan kaldırmaz. İslamiyet’te ilahi mesajların gerçek muhatabı birey olarak insandır. Mükafat ve cezanın nihai anlamda insanın özgür fiillerine göre belirlenmesi, ahirette insanın birey olarak Tanrı’nın huzuruna çıkacağı, hiç kimsenin günahını başkasının yüklenemeyeceği ilkeleri (Meryem, 19/80, 95; Bakara, 2/286; Nisâ’, 4/83: En’âm, 6/152; Şems, 91/7-8), bireyselliğin ve bireyselleşmenin gereğine işaret eder. Kur’an, gerek inanmaya çağıran gerekse ödev ve sorumluluk yükleyen ayetlerde özellikle bireye hitap eder. Kur’an’daki “Ey İnsanlar!”, “Ey İnananlar!” şeklindeki hitaplarda öncelikle tek tek bireyler kastedilir. Nitekim Kur’an, insanların bireysel hak ve sorumluluklarını ısrarla vurgular; bireyle Tanrı arasındaki ilişkide aracı kabul etmez. Bireyle Tanrı arasındaki özel ilişkide, birey doğrudan Tanrı’ya karşı sorumludur. Bu ilişki biçimi bir anlamda ilahi ben/tanrısal zat (birey) ile beşeri ben/beşeri zat (birey) arasındaki ilişki şeklinde yorumlanabilir. Dinin dokunulmaz değerler ve temel insan hakkı olarak gördüğü akıl, din, nefs, mal, ırz şeklindeki beş olgu (zarûrât-ı hamse) bireyin haklarını koruma amaçlıdır. Öte yandan, dinin esasları olarak kabul edilen inanç, ibadet ve ahlak bireysel temelli olup, bu esasların gerçek öznesi bireydir. Kur’an’ın, topluma ve toplumsal varlığa yaptığı vurgu, tek tek ahlaklı bireylerden oluşan bir yapının gerekliliğine işaret eder. (İslamiyet-Hıristiyanlık Kavramları Sözlüğü, cilt: 1, s. 102-103.)

18/09/2021

BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.