Işığın Sürati Ölçülebilir mi?

01.07.2018
2.660
A+
A-
Işığın Sürati Ölçülebilir mi?
1924’de Bitlis’te doğan Fuat Sezgin ortaokul ve liseyi Erzurum’da okudu. Üniversite
öğrenimi için matematik okumayı ve mühendis olmayı tasarlayarak İstanbul’a geldiğinde bir akrabasının tavsiyesi üzerine Alman şarkiyatçı Helmutt Ritter’in bir seminerine katıldı. Dinlediklerinin etkisiyle okuyacağı bölümle ilgili kararını tamamen değiştiren Sezgin, ertesi gün İstanbul Üniversitesi Şarkiyat Araştırmaları Enstitüsü’ne kaydını yaptırdı.
       Savaşların ve siyasi olayların bir ilim adamının yolculuğunu nasıl değiştirebildiğinin en bariz örneklerini onun hayatında gözlemlemek mümkündür. II. Dünya Savaşı yıllarında Türkiye’de olası bir seferberlik için üniversite öğreniminin askıya alınması üzerine hocası Helmutt Ritter’in tavsiyeleriyle sadece altı ayda günde 17 saat çalışarak Arapçasını mükemmelleştirdi. Daha sonraki yıllarda çalışmalarını bizzat takip edebilmek için birçok belli başlı önemli dilleri öğrenen Fuat Sezgin Türklerin dil öğrenimindeki gayretsizliğinden yakınır.
       1956 yılında Buhari’nin Kaynakları Hakkında Araştırmalar teziyle muhaddislerin sadece sözlü geleneğe dayanarak ilim aktardıkları yönündeki genel kabule karşı yazılı kaynakları da kullanıldıklarına dair tezini kanıtladı. Kendi deyimiyle ilmi hayatı planladığı gibi gidiyor, yaptığı zamanlamalara göre sürdürdüğü akademik çalışmalarında muvaffak oluyor bu da onu sevindiriyordu. Ancak 1960 askeri darbesi herkesi olduğu gibi akademisyenleri de olumsuz yönde etkilemeye devam ediyordu.
       “Türkiye’de o ihtilalden sonra ben yeni bir insan olmuştum. O yeni insanın ne olduğunu Willy Hartner’e anlatmaya başladım. O da şuydu: “Hiç üzülmeyin” dedim. “Ben hayatımı daima planladım. Liseyi şu zamanda bitireceğim diye planladım. Üniversiteyi öyle… Şu yaşta doçent olacağım, dedim ve bütün bunlarda muvaffak oldum. Baktım her şeyde muvaffak oluyorum, bende bir şımarma başladı. Ondan sonra bir askeri darbe geldi. Bir balığın üzerine atılan ağ gibi ben de o ağın içinde kaldım. O zaman baktım ki beşer olarak benim irademin bir sınırı varmış. İşte o olaydan sonra ben şuna karar verdim: Hayatımda eğer altı haftalık bir geleceğim garanti edilse, yani o kadar yaşayabilecek kadar maddi imkânım varsa, yedinci haftayı düşünmeyeceğim. Onun için önümde iki ay daha var. Para da biriktirdim. Onları düşünmüyorum” dedim.
       Daha sonra 147’likler diye anılan ve 1960 askeri cuntasının sakıncalı profesörler olarak adlandırdığı akademisyenler arasında yer alarak görevine son verilen Fuat Sezgin’in hayatı için bu haber dönüm noktalarından biri olur. Evimden çıktım. Baktım bir çocuk diyor ki; “Yazıyor yazıyor, 147 profesörün üniversiteden çıkarıldığını yazıyor.” Gazeteyi aldım elime. Baktım benim de ismim var. Enstitü yerine Süleymaniye Kütüphanesi’ne gittim. O gün artık Türkiye’de yaşayamayacağıma inandım. Birkaç Amerikan ve Alman üniversitesine yazdım. İki ay sonra bana iki Amerikan üniversitesinden ve Frankfurt’tan davet geldi. Daha kitabın malzemelerini tamamlayamamıştım. Türkiye’den uzaklaşmayayım, sık sık Türkiye’ye gelmek zorunda kalırım diye Frankfurt’u tercih ettim.
    İslam Bilim Tarihi’yle ilgili çalışmalarını Frankfurt’ta sürdüren Fuat Sezgin burada ilmi çalışmalarına büyük katkısı olduğunu ifade ettiği ve kendisi gibi bilim tarihçisi olan eşi Ursula Sezgin ile evlendi. Alman bilim camiasında büyük teveccüh gören çalışmaları sonucu kendisine başka bir üniversitede ordinaryüslük teklif edilen Fuat Sezgin çalışmalarına düzenli devam edebilmek adına bu teklifi kabul etmeyerek çalışmalarına aralıksız devam eder.                Yetmiş yaşına kadar her gün 16 saat çalışarak birçok esere imza atan Fuat Sezgin’in Avrupa’da ve dünyada bilinen en önemli eserlerinden biri, aslında kolektif bir çalışmayı gerektiren ancak kendisinin bireysel olarak mükemmel bir şekilde tamamladığı 17 ciltlik Arap İslam Bilim Tarihi adlı eseridir.
       Fuat Sezgin amacını, bilimin ne tamamıyla Batı’ya ne de Doğu’ya ait olduğunu savunanların yerine, bilimin karşılıklı etkileşim sonucu insanlığın ortak mirası olduğunu kabul ederek İslam Medeniyetinin bu mirastaki önemli payını ortaya koymak olarak belirler.
       Ona göre İslam toplumu 9. ve 16. yüzyıllar arasında bilim adına uzun ve verimli bir yaratıcılık çağı geçirmiştir ve o medeniyetin nüveleri İslam toplumunun içinde yeşermeye başlayabilir.
       Fuat Sezgin bir söyleşisinde hayretle şunları anlatır: “Bîrûnî 27 yaşındayken 18 yaşındaki İbn Sina’yla yazılı bir münakaşaya giriyor. Konu nedir biliyor musunuz? “Işığın sürati ölçüsüz müdür, yani lâ-mütenâhî midir, yoksa ölçülebilir mi? Yani zamanla ölçülebilir mi?” Ne müthiş bir şey değil mi! Böyle bir şey bugünün Türkiye’sinde bile olmaz. Yine Cabir b. Hayyan “Allah insana kainattaki bütün sır perdelerini yırtacak kabiliyeti vermiştir. Kainat, matematiksel ölçüler esasına göre yaratılmıştır, hisleri bile ölçebiliriz. Ölçemediğimiz herhangi bir şey, bilimin konusu olamaz!” diyor.”
       Dün kaybettiğimiz Fuat Sezgin’in belki de en önemli hareket noktası hayretti; insanlığın bilim adına tartışabildiği ve ortaya koyduğu ilmi birikime duyduğu hayranlık. Belki Fuat Sezgin hiçbir şey icat etmedi; ancak ortaya koyduğu bilim tarihi eserleriyle insanoğlunun bilim adına sınırsız bir algı ve buluş kapasitesine sahip olduğunu ortaya koydu. Bütün bir ömrün bedel olarak ortaya konduğu bu gayret, İslam toplumunun bilim üretmek adına bir ışığın ivme noktası olur umuduyla… Saygıyla ve rahmetle anıyoruz.
01/07/2018

BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.