Allah Belanı Versin Cahiliye!
Hiç bitmeyen komplekslerimiz var. Hiç izah edemediğimiz ama hep yaşadığımız komplekslerimiz. Dinimizin sıhhatini gayr-i Müslimlere onaylatmak gibi. İşte o yüzden bir yabancı Müslüman olunca acayip bir yaygara kopartılır, arkasından gelen payeler ve anadan doğma Müslümanların gözü önünde yüceltilen mühtediler. Çok sürmez zaten arkasından kitaplar gelir, fetvalar gelir. Ancak bu konuyu başka bir zamana erteleyelim. Başka bir kompleksimizden bahsetmek istiyorum zira; İslâm’ın güzellikleriyle yetinmemek!
Aslında Allah’ın gönderdiği Elçi ile de yetinmiyoruz, Allah’ın koyduğu haramlarla da yetinmiyoruz. O yüzden Elçi’ye olmadık vasıflar ekliyor, mücadelesi sanki çok basit ve küçükmüş gibi gibi hiç olmadık hikayeler, mitolojik anlatılar ekliyor, süslüyor şişiyoruz. Allah’ın haramları kâfi gelmediği için, ağzımı alıştırıyoruz o haram bu haram aha şu da haram. Hatta cehennemle-cennetle de yetinmiyor, babamızın tarlasından kovalar gibi insanları cennetten kovalamak için yarışa tutuşuyoruz.
Bu yaklaşımımızın bir neticesi olarak İslâm öncesi dönemi Araplarını ne kadar çok kötülersek İslâm’ın yüceliğini de o kadar çok anlatacağımızı zannediyoruz. O yüzden de ha bire vuruyoruz, cahiliye insanına ve hatta dönemine. Müslüman’a daha çok İslâm reklamı yapmak için. Ama hep unutuyoruz sabah cahiliye döneminin insanı olarak uyananların akşam pekâlâ Müslüman olarak uyuduklarını. Evet, adı üstünde zaten; cehalet çağı!
Ne var ki, cahiliye insanını hiç de öyle erdemlerden yoksun biri değildir. Hılfu’l-Fudûl teşkilatı bile başlı başına erdemin kurumsal kimliklere dahi kavuştuğunu fazlasıyla göstermektedir. Fidye ödemeye gücü yetmeyen fakir fukara sınıfından Bedir esirlerinin okuma yazma bilmesi, Mekke’deki okuma yazma oranının o kadar düşük olmadığını da göstermektedir. Kur’ân’daki kağıt-kalem-mürekkeb ayetleri, onların kemiklere taşlara yazmadığını da göstermektedir…
Ve’l-hâsıl; İslâm öncesi Arapları mağaralarda yaşayan ilk çağ insanları değillerdi. Şiir bilecek, sevecek kadar duygusal/ince zevk sahibi, dili etkin bir şekilde kullanacak kadar akıllı, çölün ortasında ekonomik sistem kuracak kadar zeki, gerektiğinde düşmanını dahi koruyacak kadar erdemli; yalanladıkları Hz. Peygamber’in karşısına çıkıp “Vallahi sen yalancı değilsin” diyecek kadar da dürüstlerdi!
Yanlış anlamaların önüne geçme adına söyleyeyim; bu faziletlere sahip olmaları kötülükleri olmadığı anlamına tabi ki gelmiyor. Demek istediğim; bu insanlara vururken az biraz insaflı olunması gerektiği. Sahabe neslinin neredeyse tamamına yakını cahiliye dönemi insanıdır.
Çağdaş Arap milliyetçisi araştırmacılar arasında yaygın olan İslâm öncesinin aşırı bir şekilde yüceltilmesi şeklindeki yaklaşımı da bir diğer uç olarak değerlendirmekteyiz. Öyle bir dönem ve profil çizmektedirler ki, insan ister istemez düşünüyor; Allah niye Peygamber göndermiş ki diye. Hani ara ara bizimkiler arasında parlayan Hz. Peygamber’i Türk yapma çabalarının bir karşı görünümüdür aslında bu yaklaşım.
Çözüm; itidal, itidal, itidal!
21/03/2018