Azize

15.07.2018
1.457
A+
A-
Azize

Çocukken cevabını bulamadığımız sorular vardır. Yetişkin bir insan olduğumuzda asla kafamızı meşgul etmeyen bu soruların cevabını hala bulamamışızdır ama aslında felsefe yapmayı bırakmışızdır. O yüzden en iyi filozoflar çocuklar arasındadır derim ben. Kendine soru sormayı, kainatı anlamayı, gördüğü yeni bir canlıyı heyecanla karşılamayı, cansızlara can atfetmeyi ihmal etmeyen ve varlığını bütün benliğiyle hissedenler hala çocuklar arasında.

Nihilizm, hedonizm, egoizm, varoluşçuluk, reenkarnasyon vs. bütün bu ve benzeri akımların anlamını bilmeden sordukları sorular ve tavırlar aslında insanoğlunun ilkel yapısının da bir izdüşümüdür. Böyle düşündüğünüzde belli dinî telkinler karşısında soru sormayı bırakmış olan bizlerin, Cahiliye insanının puta tapmayı neden tercih ettiğini anlaması zor ve bunu sadece salt bir akılsızlıkla nitelendirmesi gayet kolay olsa da bu insanların yüzyıllarca bunu sorgulamadan yaşamayı sürdürmeleri bunu neye dayanarak yaptıkları sorusunu doğuruyor. Asırlarca adı putperestlik de olsa, bir dini itikadı ve ameliyeyi sadece alışkanlıkla, atadan görmeyle açıklamak yeterli değil sanırım. Ben şöyle diyorum: çocukken sordukları soruların cevabını bulamadılar ve bu soruları kulak ardı etmediler, çocuk kalmaya devam ettiler ve her çocuk gibi dünyayı soyut boyutların dışında somut olarak algılama meylinde oldular, taşlara bile hayat atfettiler ve putlar onlar için vazgeçilmez tanrılar oldu. Onlar için hayat canlı kalmayla sınırlıydı, kainattaki her şey canlıydı ve paganizm yüzyıllarca böyle varlığını sürdürdü.

O nedenle Resulullah’ın nübüvvetinin ilk yıllarında  en büyük mücadele ettiği hususların başında, müşriklerin ahiret, diriliş, görünmeyen ve aracısız bir tanrının varlığı, tağutların, tabuların yıkılışına dair şaşkınlıkları olmuştur. Bu konuda nazil olan ve cehennemle tehdit eden ayetler müşriklerin alay ve öfkelerinin artmasına, gelecekte ne olacağına dair kaygılarının belirmesine  neden olmuştur. Onların bu kaygılarını, sadece menfaatlerini kaybetme korkularıyla açıklamak da yeterli değildir. Bazı örneklere bakarak, onların İslam’a karşı verdikleri bazı tepkilerin putperest dindarlığından da kaynaklandığını söylemek yanlış olmaz.

Ebû Uhayha Sa’id bin Âs bin Ümeyye Mekke’nin önde gelen müşrik liderlerinden olup itibarlı bir adamdı. Öyle ki sarığının renginde başka kimse sarık sarmaz yahut o bir toplulukta sarıklı ise diğerleri sarıksız bulunurdu. Artık yaşlanmış, ölüm döşeğine düşmüş bir haldeyken Ebu Leheb ziyaretine gitti. Onu ağlar bir vaziyette gören Ebu Leheb “Neden ağlıyorsun? Ölüm içinse eğer bu er geç olacaktır” deyince “Ölüm için değil, bundan sonra Uzza’ya ibadet edilmeyeceği korkusundan dolayı ağlıyorum” diye cevap verdi. Ebu Leheb bunun üzerine “Ona ibadet edilmesi senin hayatına bağlı değildi ki vefatından sonra terk edilsin” dediğinde Ebu Uhayha “Bana halef olacak birinin kaldığını şimdi anlayıp rahatladım” şeklinde oldu. Zaten bilindiği gibi Ebu Leheb’in asıl adı Abduluzza’dır ve Uzza’ya olan bağlılığıyla meşhurdur.

Kureyş panteonuna geç dönemde dahil olan Uzza putu zamanla kabilenin en önemli putu haline gelmiş; hatta Lat ve Menat putları onun kızları olarak kabul edilmiş ve onlara Uzzateyn denilmiştir. Cahiliye Arapları Kabe’yi tavaf esnasında “Lat, Uzza ve Menat hürmetine! Çünkü bu üçü yüce kuğulardır ve şefaati umulan varlıklardır” şeklinde dua ederlerdi. Zamanla Kureyşliler, Uzza’ya mahsus bir mekan tahsis ettiler ve buraya Sukâm adını verdiler. İbnü’l-Kelbi, Uzza’nın burada bulunan üç ağaçta şeytan olarak barındığını ve bu ağaçlardan zaman zaman kehanet içeren sesler duyulduğunu rivayet eder. Gatafan kabilesi Uzza’nın etrafına Bus adını verdikleri Kabe’ye benzer bir ev yaptı, bu ibadethanenin bakıcılığını da Süleymoğulları üstlendi ve Uzza, Kureyş’in ilk sıraya koyduğu put haline geldi. Onun adına kurbanlar kesiliyor, fallar açılıyor ve kahinler ondan gaybî bilgiler alıyorlardı.

Ta ki Mekke fethedilip Halid b. Velid, Uzza’yı yok etmekle görevlendirilinceye kadar Uzza’ya tapıldı. Rivayete göre Halid b. Velid, Sukâm’a gelip ağaçları kesmeye başladığında üçüncü ağacın içinden çıplak ve şeytan kılıklı simsiyah bir kadın ortaya çıkıp ona engel olmak ister. Halid b. Velid kılıcıyla kadını ikiye böldüğünde kadın suretindeki şeytan kül olup toprağa karışır. Üçüncü ağacı da yakıp mabedi yıkan Halid b. Velid görevini tamamladığında Uzza kültü de yok olur. Nitekim Uzza sadece bir putun da ötesinde; geçmişi, kadim kültürlerdeki kökenleri ve civar şehirlerdeki benzerleriyle bir kült haline gelmiştir. Nihayet müşrikler, Azze, Azize ve daha mübalağalı şekliyle Uzza adını atfettikleri bu tanrıçayı yüceltmenin anlamının; aslında şeytana tapınmanın, Allah’a vasıta kılmak sanrısının hakikati olduğunu idrak etmeye başladılar.

20. yüzyılda yeni pagan akımların, inanışların yeniden revaç bulduğunu, düzenlenen festivaller, tapınma ritüelleriyle kadim kültlerin yeniden canlandırılmaya çalışıldığını söylemek mümkün. Ve dünya hiçbir zaman putperestlikten âri olmadı. Bu nedenle kaçıncı yüzyıldayız yahu, aklı olan insan puta tapar mı deyip, sırça köşkten dünyaya baktığımızda bunun nedenlerini anlamamıza imkan yok. İnanmanın sosyo-kültürel dolayısıyla toplumsal boyutunu da geçip; psikolojik yani bireysel altyapısını anlamaya çalışmanın, dine veya dinsizliğe dayalı pek çok ahlak normlarına yön verebileceğini kabul etmeliyiz. Çocukken sorduğumuz soruları yeniden hatırlamalı ve çocukların sorduğu sorulara daha ikna edici cevaplar bulmalıyız. Öldükten sonra ceviz ağacında hayat bulacağını uman reenkarne hisler, var olmasaydım ne olurdu diyen ve hatta dünyanın var olmayacağını düşünenler, nihilistler, varoluşçular, diğer canlılara işkence etmekten zevk almayı bir ritüel haline getiren hedonistler çocukluğumuzda ve çocukların arasında… Varlığını dünyanın merkezine koyan egoistler ise hepsini aşmış durumda. Bu panteonda herkes kendini tanrı ilan edecek kadar benliğini aziz bulmakta…

15/07/2018

 

BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.