“Bilim Tarihi Sohbetleri” Adlı Eserden Notlar-I

19.07.2018
3.419
A+
A-
 “Bilim Tarihi Sohbetleri” Adlı Eserden Notlar-I

İşlemeye çalıştığım önceki konularımdan farklı olarak bu hafta, sitemiz yazarlarından Abdülcabbar Adıgüzel Beyefendi’nin merhum âlim Fuad Sezgin hakkındaki etkileyici yazı dizisine başka bir açıdan katkı sağlamak istiyorum.

Merhumun, Sefer Turan ile gerçekleştirdiği söyleşi, ilk olarak 2010 yılında kitap haline getirilmiş ve Timaş Yayınlarından çıkmıştı. Bir solukta okunan fakat tekrar tekrar okunmak istenecek kadar dimağlarda tatlı bir iz bırakan bir kitap. Bilim Tarihi Sohbetleri adlı eserden söz ediyorum. Ne yazık ki diğer kitaplardan kendisine ikinci defa dönme fırsatı bulamamıştım, ta ki âlimimizin vefat haberini alana kadar. Kitaba bir göz gezdirdim ve şu notları aldığımı gördüm:

“İlmin yolu züht, sabır ve Allah korkusundan geçer”

Dünyanın nimetlerinden feragat edebilmek… Otuz yıldır evden çıkarken yanıma küçük bir ekmek parçası koyarak gidiyorum enstitüme. Öğle yemeğim dolabımdan çıkardığım bir peynir parçası ya da yağsız bir reçel ve bu ekmektir. Tüm bunları yemem on dakikamı almaz… Bir masa başında oturup okumak fakat tüm benliğini vererek okumak ve okurken başka başka diyarlarda gezmemek… Müslümanlar hayatlarını uçak, araba vs. ile gezerek geçiriyorlar. Oysa onların düşünmeleri, fikirlerini geliştirmeleri gerekir. Bazen yoruluyorum, dinleneyim diyorum. Hemen ardından kendime kızıp “Vakit geçiyor vakit!” Kendine nasıl zaman tanıyabilirsin!” diyorum. Ardından dinlenmeyi bırakır ve kendimi yazmaya zorlarım.

 “Dil öğrenmek”

Hocasının “Her yıl bir dil talim edeceksin” şeklindeki tavsiyesine uyup yirmi yedi dil öğrenen ve kendi mütevazı ifadesiyle en azından “ilgili dilleri, o dildeki metinleri okuyup anlamak için öğreniyorum” diyen Sezgin’e göre dili öğrenmek için ille de o dilin konuşulduğu ülkeye gitme zorunluluğu yoktur. Aksine dil masa başında öğrenilebilir. Nitekim 30-40 yıl Almanya’da bulunsa da Almancayı öğrenemeyen bir yığın insan mevcuttur. Dilin öğrenilememesinin ardındaki en temel iki gerekçe şudur: Korkmak ve grameri bilmemek.

“Sürekli öğrenmek”

İnsan hayatından sürekli öğrenmek mühim bir şeydir. Mesela bir işe başladıktan bir hafta sonra, insanın kendisine sorması lazım “Bu hafta bir şey öğrenebildim mi? diye. Aşağı yukarı hergün bu soruyu sorarım kendime… Düşünün! Siz bir dinin mensubusunuz ve o dinin peygamberi şöyle diyor: “İki günü birbirine eşit olan zarardadır.” Müslümanlar bunu kafi derecede göz önüne almadılar. Nasıl tüccarlar “Bugün ne kazandım?” diye her gün soruyorsa bilimle uğraşanlar da kendilerine her zaman “Bugün ne öğrendin yeni bir hayır işledin mi?” diye sormalıdır.

“Kur’ân bilim kitabı değildir”

Kur’ân, “dünyayı geziniz, tanıyınız” der. Bazı Müslümanlarda şöyle bir temayül var: Keşfedilen bilimleri Kur’ân’da bulmaya çalışmak. Böylesi düşüncelere alerjim var. Kur’ân’ın hedefi başkadır, o ilahi bir kitaptır. İnsanlara yeni bir yol getirmiş ve bunda muvaffak olmuştur. Fakat o bir “el kitabı” ya da ansiklopedi değildir. İslam da bilimi bilim olarak tanımış ve teşvik etmiştir. Hint medeniyetine dair muazzam bir kitap yazan Birûnî, her ne kadar onların davranışlarından rahatsız olsa da bir Müslüman olarak şöyle düşünüyor: “Ben, hissiyatımı bir kenara bırakarak, tamamen objektif bir gözle ve hakikatlere dayanarak bunları tanımaya çalışıyorum.”

“Komplekse kapılmamak”

Müslümanlarda kompleks/aşağılık duygusu yoktu. Bazı ilimleri ecnebi hocalardan öğrendiler, onlarla birlikte çalıştılar. Bilgiyi Aristo’dan alınca ona düşman kesilmediler. Aksine ondan “Büyük Üstad” diye bahsettiler. Bu tavır bilimin yolunu açtı… Müslümanlar, Yunanlılardan bilgiyi alırken onların ateist olmalarını hiç problem etmediler. Onlara göre bilim, her ne olursa ve hangi kaynaktan olursa olsun, alınması gereken bir şeydi. Kaynak gösterme hususuna da çok dikkat ettiler. Bilgiyi kimden almışlarsa Galen, Hipokrat vs. onun isimlerini verdiler.

Kompleksten kurtulmak kadar mühim olan bir diğer şey üstünlük duygusuna kapılmamaktır. “Biz, şu kadar üstünmüşüz” deyip kenarda oturmak kabul edilir bir şey değildir. Bir Birûnî bir İbn Sînâ’nın tanınması ve onların nasıl çalıştıklarının bilinmesi gerekir. Çok yönlü bir âlim olan Birûnî haritalara baktığında boylam derecelerinin tutmadığını gördüğünde Gazne’den Bağdat’a gittiği mesafeyi adım adım ölçüyor iki yıl boyunca toplamda 8000 km. mesafe yol katediyor. Biz, İbnü’l-Heysem’in, İbn Sînâ’nın Câbir b. Hayyâm’ın çalışma tarzlarını neredeyse hiç bilmiyoruz. Müslümanlar, bu alimleri tanıdıkça bir insanın tek başına neler yapabileceğini görebiliyor…

Sefer Turan’ın kaleminden çıkan “Bilim Tarihi Sohbetleri” adlı eserden aldığım bazı notları paylaşmaya nasip olursa bir sonraki yazımda devam edeceğim.

Şimdilik hoş kalın…

19/07/2018

BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.