Başlarken:
“Kapınıza size sunabilecek iyi sözlerle gelemezsek mühürlü bir ağızla susmak düşer bize”, diye bir cümle ile başlasak herhalde hâlihazırda bulunduğum durumu açıklayabilmiş sayacağım kendimi. Sulu göz bir tarih anlatımından alabildiğine uzak durmaya çalışırken, yukarıdaki cümlenin, hem yazının ilerleyen bölümüyle hem de tarihin objektif olarak ortaya konulması gerektiği fikriyle çelişik olduğunu da -şimdiden- kabul ediyorum. Burada maksadımın Siyer alanında “yazmak” meselesine bakışımı ifade etmek olduğunu belirtmek isterim. Oldukça farklı bir bağlamı bulunmasına rağmen yine meramımı ifade etmek için “İlim ma’lumuna tabidir” kabilinden, yazmaya çabalayacağım meselelerin konusu itibariyle, “yazmaya yetkin olmak” fikrini baskın ve tenkit edici bir unsur olarak zihnen taşıdığımı ayrıca ifade etmeliyim. Bunlarla birlikte bu alanın içerisinde akademik çalışma yürüten kişilerin Siyer hakkında yazılar yazmasının kanaati acizanemce oldukça önemli olduğunu, şahsım adına bu imkanın sunulması dolayısıyla değerli hocalarımıza ve yazıları okuyacak muhtemel okuyuculara şimdiden müteşekkir olduğumu belirtmeliyim. Zira gerçekten tarihe ibret nazarıyla bakmadığımızı söylemek zaid bir klişenin tekrarı gibi olacak ancak bu, bunun böyle olduğu hakikatini değiştirmiyor. Ani duygu patlaması kabilinden ağlıyoruz, üzülüyoruz ancak aklı başında bir bakışla onu örnek aldığımızı, yolumuzu aydınlatan, geleceğe ve şimdiye dair bir projeksiyon çizici olarak ele aldığımızı söylemek oldukça zor olsa gerek. Zira ağlamak için bakınca veya ağlayacak bir yer olarak görünce tarihin/Rasulullah’ın hayatının yanımızda bir kılavuz mesabesine yükselmesi oldukça zor gibi duruyor ve görünüyor.
Siyer ve Arkeoloji İlişkisi Üzerine
Siyer konusunda elimizdeki bilgilerin sözlü bir biçimde aktarıldığı bilinmektedir. Günümüze ulaşmış kısıtlı –İbn Nedim’in Fihrist’in de ilgili bölüme baktığımızda günümüze ulaşmayan birçok siyer eserinin olduğunu görebiliyoruz- kaynakların tümü genellikle böyle rivayetlerin bir derlemesi niteliğindedir. Ana kaynakların bir devamı ve taşıyıcısı olarak tavsif edebileceğimiz sonraki dönem eserleri de içerdikleri bilginin kaynağı itibariyle ilk eserlerden çok fazla farklılık arz etmemektedirler. Bu durumda herhangi bir bilginin/rivayetin sıhhati konusundaki araştırmalar genellikle yine kaynaklar üzerinden yapılabilmektedir. Bu da bilgi kaynaklarımızın tek tipliği gibi bir sorunu içerisinde barındırmaktan hali değildir. Bu durumda incelediğimiz dönemle ilgili arkeolojik bilgiler belli bir yöntem dâhilinde incelenip kullanıldığında birinci olarak belirttiğimiz bilgi kaynaklarına nispeten çok daha net ve berrak sonuçlar verecektir. Elbette en önemli sorun konu hakkında bilgi sunacak arkeolojik malzemenin mevcut olup olmamasıdır. Siyer konusunda bu alanda oldukça şanssız olduğumuzu söyleyebiliriz. Zira Rasulullah zamanında Arabistan yarımadasının büyük bölümünde yazı kültürü hemen hemen yok gibidir. Hicaz bölgesinde ise bunun olmadığını net biçimde söyleyebiliriz. Yemen müsned yazısı ile yazılmış yazıtların son örnekleri Rasulullah doğmadan yaklaşık otuz yıl önce yazılmıştır. Muhammed Hamidullah hocanın da ünlü eserinde belirttiği üzere bu dönemle ilgili olarak Bizans, İran, Hint ya da Çin kaynaklarında çağdaş herhangi bir bilgiye rastlamak zordur. Dolayısıyla Siyer coğrafyasında yürütülecek arkeolojik faaliyetler Hz. Peygamber’in hayatı konusunda bize göz kamaştırıcı ipuçları sunacak gibi görünmektedir. Elbette bu, şu an itibariyle bölgedeki hakim siyasi iradenin isteğine bağlıdır ve olumlu olarak bakılmadığı da bilinmektedir. Bununla birlikte gerek İslam tarihi gerek Siyer alanında böyle bir akademik ilginin var olduğunu söylemek de zordur. Özellikle ülkemizde hem İslam tarihi hem de Siyer konulu araştırmalarda bu bilgi alanına dair bir atfın var olduğunu söylemek imkansız gibidir. Buna ilaveten hâlihazırda yapılmış çalışmalara nüfuz etme ve devamını getirecek çalışmalar yapma konusunda da bir ilginin var olduğunu söylemek oldukça zordur. Bunun da ötesinde bu alanla ilgili çok temel eserlere bile İslami ilimler alanındaki oldukça yetkin kütüphanelerde ulaşmak mümkün değildir. Durum bizde genel olarak böyle iken Batılı araştırmacıların Cahiliye dönemi ve Raşid halifeler dönemi ile başlamak üzere İslam tarihi ile ilgili arkeolojik eserler ve yazıtlar üzerinde yoğun çalışmalar yaptıklarını belirtmeliyiz. Mekke ve Medine’ye gayrimüslimlerin giremeyişi Siyer alanında bu metodla desteklenmiş çalışmaların önünü peşinen kesmiştir dersek, bunun ironik bir ifade olacağı da açık.
Aslında arkeolojik bilgi ile siyer ve İslam tarihi rivayetlerini desteklemek, geleneğimizin yabancı olduğu bir bilgi alanı asla değildir. Zira, örneğin Rasulullah’ın mektupları ile ilgili bilgilerden, kullandığı mührün şekline, yazı yazılan kağıtlardan örnekler veren müelliflerimizden tutun, Vakıdî gibi yazdığı bütün gazve ve seriyyelerin gerçekleştiği yeri görmeye gayret eden müelliflerimize, ayrıca Cahiliye döneminden kalma yazıtlara ve tarihi eserlere dair bilgiler sunan Hemdani ve Suhari gibi müellifleri bu alanda örnek olarak sunabiliriz. Dört başı mamur bir arkeolojik incelemeyi bu eserlerden beklemekte tarih tekniği açısından yersiz bir beklenti olur kanaatindeyiz. Ancak batıda gelişen arkeolojik ilgi bizde aynı ölçüde -Siyer ve İslam tarihi özelinde- gelişmiştir demek oldukça zordur. Örneğin Yemen tarihi üzerinde arkeolojik verileri kullanarak yazılan eser-son yıllarda basılan eserler hariç- hemen hemen yok gibidir. Muhammed Hamidullah hocanın Medine’deki bir müsned kitabe ile ilgili hayıflanarak okuyacağımız şu satırlarını meseleye bakışımızın bir yönüne işaret etmesi açısından aynen aktarmak yerinde olacaktır:
“1946’ya kadar, en azından şehrin(Medine) güneyinde, Urvah (Urve?) kuyusu karşısındaki bir tepenin kayalıkları üzerinde müsned yazısıyla yazılı bir Yemen kitabesi vardı ki, bunun transkripsiyonunu Mısır arkeoloji idaresine haber verdim. 1964’te bu kitabe kaybolmuştu. (Muhtemelen bu kitabe zikredilen tepenin hâkim noktasına, şehrin Necd’li kadısının ev inşaatına taş temin etmek maksadıyla dinamitlenmiştir)”.
Aslında hocanın arkeolojiye olan ilgisi bununla sınırlı değildir. Aynı derginin 1947 yılında basılmış sayılarından birinde de Hamidullah hocanın Medine’de oldukça önemli ve çok sayıda Arapça yazıt bulduğu belirtilmektedir. Medine’nin kuzeyinde bu tür yazıtların az bulunuşunun bu keşfi önemli kıldığı belirtilmektedir. Herhalde yukarıda başka bir kaynaktan aktardığım bilgilerdeki yazıt da bu ziyaret sırasında tespit edilmiş olmalıdır. Kısa bir not halindeki bilgilerde keşfedilen yazıtların yayımlanması için bir süre beklenilmesi gerektiği de belirtilmektedir. Bu yazıtların yayımlanıp yayımlanmadığı konusunda bir tespitim olmadığını belirtmeliyim.
Konu Muhammed Hamidullah hocaya gelmişken, onun, bu alanda kaleme almış olduğu makalesine sözü getirmek istiyorum. Yüksek lisans çalışması yaparken Arabistan yarımadasında bulunmuş çok sayıda yazıtın varlığından haberdar olmuştum. Yukarıda belirttiğimiz gibi bunlar İslam’ın doğuşuna yakın bir dönemde tamamen kesilmektedirler. Fakat zayıfta olsa yazının bölgede var olduğu bilinmektedir. Bu tür nadir yazılar genelde taşlar üzerinde bulunmaktadır. Raşid halifeler döneminin sonundan itibaren ise kitabeler şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Hem malzemenin azlığından hem de çok fazla ilgi görmediğinden olsa gerek bu alanda -İslami dönem yazıtları konusunda- karşıma çok tanıdık bir isim çıkmıştı: Muhammed Hamidullah. “Hicretin İlk Yıllarına Ait Medine’deki Bazı Arapça Yazıtlar” başlığı altında İngilizce bir makale Haydarabad’da yayımlanan “Islamic Culture” adlı dergide 1939 yılında yayımlanmıştı. Halihazırda tarafımdan çevirisi yapılmaya devam edilen bu makale tespit edebildiğim kadarıyla alanında yegane çalışmalardan biridir. Bu makalede Hendek savaşı sırasında Müslümanların harekât merkezi olan Sel’ dağı üzerinde bulunan bazı Arapça yazılar ele alınmaktadır. Bu yazılar yazıtlar arasında, yazıtlarda bulunan ifadelerden anlaşıldığı üzere Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali gibi sahabiler eliyle yazılanlar da bulunmaktadır. Makalede ayrıca Rasulullah döneminde yazı kültürü üzerine, Mısır’daki Mukavkıs’a ve Bahreyn’deki Münzir b. Sava’ya gönderilen mektuplar da incelenmiş ve konu üzerinde oldukça tatmin edici analizler ve olumsuz fikir beyan eden –Corci Zeydan hariç- oryantalistlere ilmi cevaplar vermektedir. Hendek savaşında bizzat savaşa katılmış, hendek kazımında kazma kürek kullanmış ellerin bizzat kazımış olduğu yazılar tarih araştırmacısına ve mü’mine oldukça heyecan verici olsa gerektir. Bu yazıtlardan birinin Türkçe tercümesini vererek yazıya nokta koymak istiyorum:
- Gece ve gündüz Ömer امسى و اصبح عمر
- ve Ebu Bekir sığınıyorlar يتودعان ابو بكر و
- Allah’a bütün الى الله من كل
- fena şeylerden. ما يكره