Bir Doktora Tezinin Ardından -Üstad Mâtürîdî- (II)

01.12.2018
1.030
A+
A-
Bir Doktora Tezinin Ardından -Üstad Mâtürîdî- (II)

Bir önceki yazımda Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’nin teorik olarak zikrettiği kuralının pratikteki karşılığını örneklerinden hareketle göstermeye çalışacağımı belirtmiştim. Fakat istidrât kâbilinden O’nun bazı hususiyetlerine değinmenin yerinde olduğunu düşünüyorum. Şöyle ki:

Üstad, selefinin ayet kapsamında sarf ettiği ifadelerin büyük çoğunluğuna vakıftır. Te’vîlâtü’l-Kur’ân’ın, İmam Taberî’nin kıymetli eseri Câmiu’l-beyân ile mukayeseli okunması durumunda her iki âlimimizin aynı rivayetleri aktardığı görülecektir. Bununla beraber usulü gereği Mâtürîdî, ilgili ayet kapsamında, selefin rivayetlerini aktarırken sened zincirine yer vermez. Rivayet sahiplerinin isimlerini kaydetmişse de bunlar azınlık konumundadır. Fakat bundan daha ilginç olanı, Üstad’ın, selefin bazı sözlerini “Ayeti şu şekilde de anlamak mümkündür”, “Ayetin şöyle bir şey söylediği düşünmek de caizdir”, “… muhtemeldir” gibi ifadeler ile nakletmesidir. Sıradan bir okuyucu, bunların bizzat Mâtürîdî’ye ait olduğu zannına kapılabilir. Ne var ki farklı tefsirler, aynı ifadelerin sahiplerinin tabiin âlimleri olduğunu belirtirler. Bu durumun, usulü gereği Mâtürîdî için yadırganacak bir yanı yoktur. Zira O’na göre sahiplerinden öte fikirler önemlidir.

Bazı araştırmacılar, Mâtürîdî’nin, Te’vîlât’ında yeteri kadar hadis kullanmadığı kanaatindedir. Onlara göre Üstad, mesela İbn Kesîr gibi çok hadis kullanmamıştır. İmam Buhârî veya İmam Müslim’in eserlerinde yer alan hadisler Te’vîlât’ta bulunmamaktadır. Bunun gerekçesi ise Mâtürîdî’nin söz konusu rivayetlere ulaşmamış olma ihtimalidir. Açıkçası biz, bu kanaatte değiliz. Yeri geldikçe görülebileceği üzere Mâtürîdî, en kenarda kalabilecek sıradan bir rivayete bile eserinde yer vermektedir. Hatta O, kimi zaman Taberî’nin bile kaydetmediği rivayeti, üstelik sahibinin ismini vermek suretiyle aktarabilmektedir. Diğer yandan Mâtürîdî, kimi hadisleri öylesine içselleştirmiştir ki onları, son derece doğal bir şekilde ya da hadis olduğunu belirtmeye ihtiyaç duymaksızın ayet kapsamında söyleyebilmiştir. Her ne kadar Te’vîlât’ın tahkikinde söz konusu ifadenin bir hadis olduğunu muhakkik gözden kaçırmışsa da bu durum hakikati değiştirmemektedir. Dolayısıyla Üstad’ın hadis kullanmadığı (!)iddiası ve bu iddianın O’nun akılcı yönünün göstergesi olarak lanse edilmesi bize göre gerçeği yansıtmamaktadır.

Üstad, nassları Ehl-i Re’y metodu ekseninde okur. Bu sistemde, itikada taalluk eden meseleler hakkındaki hadis, mütevatir değilse hüccet teşkil etmez. Aynı durum amelî/fıkhî saha dışındaki konular için de geçerlidir. Amelî/fıkhî saha haricindeki hadis rivayetlerinin mutlak bağlayıcı olması, bunların mütevatir olarak gelmesine bağlıdır. Bu şartları taşımayan ve üstelik Allah, peygamber ve sahâbe tasavvuru ile çelişen rivayetler Mâtürîdî’ye göre ihtiyatla ele alınmalıdır. Yine fıkhi saha harici meselelerde tevâtüren gelmemiş bir haberi mutlak doğru olarak kabul etmek mahzurlu bir davranıştır. Bu gerçekten olsa gerek ki Üstad, mesela İsrâ ve Mirâc meseleleri hakkında şöyle der:

“Biz burada Sıddîk’ın dediğini deriz. Hz. Peygamber bunu dedi ise doğru söylemiştir, ben de bunun böyle olduğuna şahitlik ederim. Değilse (biz,) ayette beyan edildiği üzere Hz. Peygamber’in Beyt-i Makdis’e, Mescid-i Aksâ’ya yürütülmesinden başka bir şey demeyiz. Zîrâ rivâyetler ahad haberdir ve bu da şahitlik için yeterli değildir.” (Te’vîlât, c. VIII, s. 224) .

Üstad, aynı konuyu Secde sûresinde yeninde ele alır ve bu sûrede de şöyle der:

“Hz. Peygamber’in İsrâ’da, Hz. Mûsâ ile karşılaştığına dair rivâyetler vardır. Hz. Mûsâ, O’na şöyle şöyle şeyler söylemiş, namaza (50 vaktin 5 vakte indirilmesi) ve onun dışındaki şeylere dair konuları zikretmiştir. Bunun gerçekleşip gerçekleşmediğini; gerçekleşti ise nasıl gerçekleştiğini bilmiyoruz. (Sonuçta) Hz. Peygamber’e vahyolunmuş ve O da zikredilen şeyleri mi söylemiştir yoksa bunu, rüyasında mı görmüştür -ki Hz. Peygamber’in rüyası haktır- ya da durum nasıl vuku bulmuştur Allah bilir, deriz” (Te’vîlât, c. XI, s. 287).

Nasipse bir sonraki yazıda görüşmek üzere…

01/12/2018

BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.