Tefsir’de Şerh-i Sadr’ın Şakk-ı Sadr’a Evrilmesi
Kur’ân-ı Kerim’in anlaşılması ve yorumlanması hususunda elimizdeki ilk tarihi veriler ve rivayetler asli unsur olsa da bu bilgilerin ilmi bir süzgeçten geçirilmeden, bilgi değeri bulunduğu düşüncesiyle kullanılması kimi zaman önemli sorunlara neden olabilmektedir. Bu sebeple gerek Hadis gerek Siyer ve gerekse de Tefsir bilgilerinin ilmi tetkiklere tabi tutulması zaruret arz etmektedir. Aksi takdirde Kur’an-ı Kerim’i anlama saikiyle ve safiyane duygularla yola çıkmışken yanlış sonuçlara ulaşmak, hurufat ve cürûfatı hakikat zannetmek gibi bir neticeye ulaşmak kaçınılmaz olacaktır. Hadis literatüründe “şakk-ı sadr” olarak tabir edilen Hz. Peygamber’in göğsünün yarılması meselesinin zamanla Tefsir sahasına kaydırılması, bu sebeple de İnşirâh sûresinin ilk ayetine verilen anlamın göğsün ferahlamasından yarılmasına doğru bir seyir takip etmesi, bir diğer ifadeyle şerh-i sadrın şakk-ı sadra evrilmesi önemli örneklerden biri olarak zikredilebilir.
Malum olduğu üzere Hz. Peygamber’in risalet öncesi hayatı hakkında çok fazla bilgi bulunmamasına rağmen rivayetlerin yoğunlaştığı ve hakkında geniş sayılabilecek malumatın bulunduğu olağanüstü olaylardan biri göğsünün yarılması hadisesidir. Söz konusu rivayetlere göre Hz. Peygamber, [ı] sütannesinin yanında, [ıı] Mekke’de çocukken, [ııı] Hira mağarasında vahiy almadan hemen önce ve [ıv] miraç olayında olmak üzere toplam dört defa şakk-ı sadr hadisesini yaşamıştır. Rivayetler dört farklı sahabeden mürsel olarak nakledilmiştir ve rivayetlerin üçüncü ve dördüncü tabakadan itibaren meşhur olduğu düşünülmektedir. Rivayetlerle ilgili en erken bilgiye ise İbn İshak’ın (ö. 151/768) es-Sîre’sinde, daha sonra da Buharî, Müslim, Ahmed b. Hanbel gibi muteber hadis müelliflerinin eserlerinde rastlamaktayız.
Tefsir külliyatı içerisinde ise şakk-ı sadr rivayetleri, genelde İsra sûresi kısmen de Necm sûresi bağlamında ele alınmıştır. Şakk-ı sadr rivayetlerinin İnşirah sûresiyle ilişkilendirildiğine dair ilk müfessirlerden gelen herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Tespit edebildiğimiz kadarıyla hicri III. asrın sonu itibariyle gerek Hadis kitaplarının tefsir bablarında gerekse bazı tefsirlerin İnşirâh sûresinin altına şakk-ı sadr rivayetlerini kayıt düşmesinden sonra İnşirâh sûresinin tefsirinde kısmen kırılmalar olmuş ve şerh-i sadr eksenli gelen tefsir biçimi şakk-ı sadra doğru evrilmeye başlamıştır. Ardından sınırlı sayıda da olsa klasik ve modern dönemden bazı müfessirler, ilgili rivayetlere yer vermeyi ısrarla sürdürmüşlerdir.
Halbuki müfessirlerin genel kanaatine göre risaletin ilk yıllarında nazil olan İnşirâh sûresi, Hz. Peygamber’e hem nübüvvetin verilmesi hem de daha sonra verilecek olan birtakım nimetlerin vurgulanmasıyla moral ve motivasyonun yüksek tutulmasına matuf olmak üzere Duhâ sûresinin devamı niteliğindedir. Bu sebeple Duhâ sûresi ile beraber İnşirâh sûresi “teselli/moral sûreleri” olarak kabul görmektedir. İlk ayette (أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَك) yer alan “şerh” (شرح) kelimesinin sözlükte “dilimleme, yarma, parçalama” gibi anlamlara gelmesine rağmen müfessirler, bu kelimeyi “genişletme (توسيع), yumuşatma (تليين), açma (فتح), arındırma/temizleme (تطهير), yayma/ferahlama (فسح)” şeklinde anlamlandırmışlardır. Dolayısıyla müfessirlerin kahir ekseriyeti, İnşirâh sûresinin ilk ayetini, insan psikolojisinde bir rahatlama, huzur, neşe, sevinç ve umut anlamına hamletmişlerdir. Zaten deyim olarak “şerh-i sadr” (شرح الصدر) kalıbı, “birini mutlu etmek, sevindirmek, memnun etmek; bir şeyi sevdirmek, kabul etmesine ortam hazırlamak, psikolojik rahatlık vermek” anlamlarına gelmektedir. Sözgelimi “كان المكان يشرح الصدر بجماله و هدوئه” dendiği zaman mekânın güzelliği ve dinginliği ile insanın gözünü ve gönlünü açtığı, huzur verdiği anlaşılır. Bu anlamda söz konusu kalıbın zıt anlamlısı “huzursuz, kızgın, üzgün olmak, darlık ve sıkıntı çekmek” anlamındaki (ضيق الصدر) kullanımıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de muhtelif yerlerde her iki kalıbın örneklerini görmek mümkündür ve hemen hepsi bahsettiğimiz mecazi anlamları ihata edecek şekilde kullanılmıştır (Örn.: 6/En’âm, 125; 11/Hud, 12; 16/Nahl, 106; 20/Taha, 25; 26/Şuara, 12-13; 39/Zümer, 22).
Sonuç olarak şakk-ı sadr rivayetlerinin yaygınlaşmaya başlaması, hicri üçüncü asırdan itibaren rivayetlerin İnşirâh sûresi bağlamında ele alınmasına ve şerh-i sadr ifadesinin rivayetlerden beslenerek şakk-ı sadra doğru evrilmesine neden olmuştur. Böylece şakk-ı sadr sadece bir Hadis-Siyer tartışması olarak kalmamış, aynı zamanda bir tefsir sorunu hâline de ge(tiri)lmiştir. Bu konuda Mevdûdî, şakk-ı sadr ile ilgili olarak: “Bazı müfessirler “şerh-i sadr” kelimesini “şakk-ı sadr” manasına anlamışlardır. Bu ayetin “şakk-ı sadr” mucizesini isbat ettiğini söylemişlerdir. Ancak doğru olan, bu mucizenin isbatının sadece hadislere dayandığıdır. Bu mucizenin Kur’ân’da isbat edildiği tefsiri doğru değildir. Arapçada “şerh-i sadr” kelimesine “şakk-ı sadr” manasını vermek uygun değildir.” diyerek konumuzu özetlemiş gibidir.