Araplar ve Kabirler
Arap Yarımadasının genişliği ve birbirinden kopuk çeşitli kabilelerin varlığı -her ne kadar bu kabileler arasında dil ve yaşam tarzı benzerliği bulunsa da- farklı inanç ve kültürlerin varlığını da beraberinde getirmiştir. Kimi kabileler ticarî ve siyasî ilişkiler yoluyla farklı kültür ve inanç öğelerini kendilerine katarak değişim gösterse de; yarımadanın kuş uçmaz kervan geçmez kısımları daha âri kalmakla beraber, kültürel anlamda daha ilkel yahut dış etkiye kapalı sabit bir durum içerisindedir. Dolayısıyla herhangi meselede Cahiliye Araplarına dair bir genellemeye varmak her zaman isabetli olmayabilir. Çoğunluğu putperest olmakla beraber, kabilelerin inanç ve batıl inanç noktasında farklılıklara sahip oldukları; hatta bu farklılıkların kabilelerine özgü olmasından dolayı daha özgür, daha ayrıcalıklı ve nevi şahsına münhasır olduklarını düşünerek gururlandıklarını söyleyebiliriz. Ka’be’yi üstün tutmakla beraber Mekke’nin dışındaki yerleşim yerlerinde Ka’be’ye benzer tapınaklar inşa etmeleri veya hac ibadeti sırasındaki hums ve hill ayrımı yapmaları, ekonomik bir yaptırım ve rekabetin varlığını ifade etmekle beraber, Arap fıtratının hür ve kibirli kimliğini de gözler önüne sermektedir. Bundan dolayıdır ki uzunca bir süre Muhammed’in Rabbine! inanmak onlar için kabul edilemez olmuştur. Nitekim onların tabiriyle birbirinden bağımsız farklı kabile ve ailelere ait onca tanrıyı tek bir tanrıya indirgemek akılsızlığın ta kendisidir.
İnsan hayatının doğum-düğün-cenazeden müteşekkil üç önemli eşiğinden biri olan cenaze ritüeli, Cahiliye insanının ritüellerinin farklılıklarına bir örnek olarak verilebilir. Yarımadanın kimi bölgelerinde Araplar ölülerini gömmekten çekinerek kurda kuşa yem olması için açığa bırakırken; yolculuk halinde yaşayan Arap için çöl ortasında ölen birini gömmek, kum fırtınaları nedeniyle sürekli yer değiştiren zemin hesaba katıldığında zaten bu seremoni anlamını yitirmekteydi. Bununla birlikte bazı Cahiliye insanlarının, bedenlerinin gömülmemesini vasiyet ettikleri; bazılarının ise kabileleri tarafından alelacele gömülüp terkedildikten sonra çıkıp gelen yırtıcılar mezarlarını eşelediğinde hayvanlara yem olacaklarının bilincinde oldukları anlaşılmaktadır.
Diğer yandan Arapların bir kısmının, ölen kimsenin mezarının yanında çadır kurup günlerce nöbet tuttukları ve taziyeleri burada kabul ettikleri; bu bekleyişin kişinin saygınlığına göre bazen aylarca bazen neredeyse bir sene boyunca devam ettiği aktarılır. Bu süre zarfında Araplar ölülerine mersiyeler düzmekte, uzun bir yolculuğa çıktığına inandıkları meftanın su ihtiyacını karşılamak maksadıyla kabrini sulamakta ve yiyecek bırakmaktadırlar. Bunun bir diğer amacı da kabrin yerini belirginleştirmek ve kişiye olan hürmeti göstermektedir. Bununla birlikte Arapların bazı kabirleri tapınak haline getirmelerinin yanlışlığı ayet ve hadislerde belirtilmiş ve Müslümanlar buna karşı uyarılmıştır.
Resulullah’ın dedesi vefat ettiğinde yapıldığı gibi kabilenin ileri gelenleri öldüğünde adeta günlük hayat sekteye uğrar, ticaret yapılmaz ve kabrin başında günlerce yas tutulup mersiyeler söylenirdi. Kişinin ölümünün ardından mersiye okuyup ağıt yakacak evladının bulunmaması yani ebter olması, büyük bir yoksunluk ve ceza olarak kabul edilirdi. Hatta bu mersiyeler ölüm hastalığına yakalanan kişilere, arzusu üzerine oğulları ve kızları tarafından sağlığında okunurdu. Böylece kişi ölümünün ardından nasıl anılacağından bizzat haberdar olurdu. Nitekim İbn İshak’ta geçen rivayete bakılırsa Abdulmuttalib, kızlarından böyle bir talepte bulunmuştur.
Mekke ve Medine’de Cahiliye insanlarının kabirlerinin bulunduğu kabristanlar yer almakla beraber, Resulullah’ın İslam döneminde oluşturduğu kabristanlar da bulunmaktaydı. Bununla birlikte Hicaz’da, yolda vefat edenler dolayısıyla müstakil mezarlar da yer almaktaydı. Medine’den Mekke’ye dönerken vefat eden Resulullah’ın annesi Amine bt. Vehb’in naaşı Ebvâ’da, dadısı Ümmü Eymen tarafından ve henüz Resulullah çok küçükken defnedilse de; Resulullah annesinin kabrinin yerini bilmekte ve bazı yolculuklarında ziyaret etmekteydi. Kureyş kabilesi Uhud savaşı için yola çıktığında Ebvâ yakınlarında konaklamış; Hint bt. Utbe Muhammed’in annesinin kabrinin buralarda olduğunu söyleyerek, kabri açıp cesedi çıkararak Muhammed’i tehdit edebileceklerini ve cesedin her bir parçasına karşılık savaşta esir düşebilecek olanları kurtarabileceklerini söylemişti. Ebu Süfyan bu teklifi Kureyş’e ilettiğinde onlar, “Bize bu kapıyı açma, eğer böyle bir şey yaparsak Benî Bekr de bizim ölülerimizi kabirlerinden çıkarmaya başlar” deyip, İbn Herume’nin şiirini okuyarak, misillemenin kaçınılmazlığını ve ölüleri rahatsız etmenin korkulacak bir ameliye olduğunu ifade etmişlerdir. Sonraki dönemlerde bazı önemli şahısların gizlice gömülmeleri ve kabirlerinin yerinin gizli tutulması, mezar açma adetinin hasımlar arasında öteden beri var olduğunu göstermekte, tehdit içeren şu şiir de buna işaret etmektedir:
“İnsanlardan gizlenirim eğer isterlerse gizlenmemi
Beni arıyorlarsa merak ettikleri varmış demek ki
Araştırırım kuyusunu kuyumu araştıranın
Merak nasıl uyanırmış işte o zaman bir bakın”
30/09/2018