“Bilim Tarihi Sohbetleri” Adlı Eserden Notlar-II
1960’ın sonlarına doğru evinden çıkarken gazeteci çocukların “Yazıyor, yazıyor, 147 Profesörün üniversiteden atıldığını yazıyor” şeklindeki seslerini duyduktan sonra bir gazete alan ve kendi ismini de listede gören Fuad Sezgin Süleymaniye kütüphanesine gider, hiçbir şey olmamış gibi kitabını çıkarır ve okumaya başlar.
Sezgin, onun yüzünden yurt dışına çıkmak zorunda kaldığı meşum 60 ihtilâlinin hayata farklı bir bakış açısıyla bakmayı öğrettiğini söyler. Şöyle ki Almanya’dan yapılan davetiye sonrası Şarkiyât Enstitüsünde ders vermeye başlayan Sezgin’e Rektör vekili “Biz, sizi altı aylığına çağırdık, ondan sonrası için ne yapmayı planlıyorsunuz?” sorusunu sorar. Böyle bir durumdan haberdar olmadığını belirten Sezgin vekile şöyle der: “Ben, hayatımı daima bir plan içerisinde yaşadım. Liseyi şu zamanda, üniversitesi şu zamanda bitirecek ve şu yaşta doçent olacağım, dedim. Tüm bunlarda muvaffak oldum. Baktım, her şeyde muvaffak oluyorum bende bir şımarıklık hali başladı. Sonra bir darbe oldu. Balığın üzerine atılan ağ gibi ben de o ağın içinde kaldım. Anladım ki beşer olarak benim irademin de bir sınırı varmış. O günden sonra şu kararı aldım. Hayatımda altı hafta kadar yaşayabilecek maddi imkânım varsa yedinci haftayı düşünmeyeceğim. Bu nedenle önümde iki ay daha var, biraz para da biriktirdim. Sonrasını da düşünmüyorum.”
Elinden geleni yaptıktan sonra gerisini Allah’a havale eden ve O’na tam bir teslimiyetle bağlanan Sezgin, zihninden “bir inşaatta iş bulurum, yarım gün orada çalışır yarım gün de kitabımı yazarım” diye düşünse de vekilin sebep olmasıyla kısa bir süre içerisinde yeni açılan başka bir Şarkiyat Enstitüsünden davet alır.
Sezgin’e göre ilim ehli öncelikle Allah’a güvenmeli aynı zamanda elinden gelen tüm gayreti göstermelidir. Bununla birlikte ilim ehlinin kendisine destek olacak bir eşe sahip olması son derece elzemdir. Çalışmaları esnasında ona köstek değil destek olacak bir eş ilim ehli için Allah’ın önemli lütufları arasındadır. Sezgin, eşinin bu vasıflara sahip olduğunu belirtir. Şarkiyat tahsili yapan Arapça, Farsça ve Türkçe bilen eşinin çalışmaları sürecinde Sezgin’e son derece yardımcı olmuştur. Sezgin’in Almanya’ya gelişinin dördüncü ayında yazmaya başladığı kitabını etüt eden ihtiyaç olduğunda tashih eden eşi için Sezgin minnettarlığını ifade eder ve şöyle der: “Eşim benim için çok mühimdi! Esasında hanımlar insanların hayatlarında büyük rol oynarlar. Bizim atalarımız böyle düşünüyorlar mıydı bilmiyorum ama sizin neslinizin de böyle düşünmesini isterim.”
Sezgin, İslam dünyasının kaynak verme hususu üzerinde önemle durduğunu buna mukabil her ne kadar Yunanlılarda az da olsa böyle bir hususiyet varsa da Avrupalılarda bu mefhumun bulunmadığını düşünür. O, 11. yüzyılın sonuna doğru İtalya’da 25 tane çok önemli Arapça tıp kitabının tercüme edildiğini fakat bu eserlerin tamamının Yunanlılara nispet ettiklerini söyler. İbn Sînâ’nın taşlara dair kitabını Aristo’ya; Huneyn İbn İshâk’ın kitabını Galen’e nispet ettikleri gibi…
Sezgin’e göre cemiyetin fikir adamları yol tayin ederler. Başkaları da bu yoldan giderler. Türkiye’de bu türden yol gösterici insanlarda çıkmıyor. Dolayısıyla bir yol çizilmiyor. Yaratıcılığımız da kaybolmaya yüz tuttuğu için bu yeteneği tashih yerine mütemadiyen başkalarından körü körüne bir şeyler almakla yetiniyoruz. Başkalarından bir şey almak yanlış değildir aksine elzemdir. Problem aşağılık kompleksine kapılarak ve şuursuz bir vaziyette ne aldığının mahiyetini bilmeden almakta yatıyor.
12. asırda Müslümanların saati dakikasına kadar ayarlayabildiklerini ifade eden Sezgin’e göre insanlar, Allah’ın bir lütuf olarak bahşettiği zamanın ve zamanlarının çok kısa olduklarını unutuyorlar. Dahası bu zamanın faydalı işler ile doldurmakla görevlendirildiğinin de şuurunda değiller. Sezgin şöyle diyor: “Ben evlendiğimde nikâh dairesine gittik, iki şahit vardı biri kayın pederim diğer bir arkadaşım. Yemeğimizi yedik sonra arkadaşım bizi evimize götürdü o kadar. Ne diye başkasının zamanını çalayım. Şimdi iki aydır tesadüfen de hafta sonlarında Türkiye’ye geliyorum. Arkadaşlarımla buluşacağımda bana diyorlar ki “Efendim, bu hafta sonu gelmeyin, benim düğünüm var.” Evlensinler… Tamam, ama bu düğünler Türklerin hayatını yiyor. Yine geldiğimde dostlarımı göremiyorum “Neredeydiniz, görüşemedik” diyorum, şöyle cevaplıyorlar: “Düğünümüz vardı.” Boş şeylerle uğraşıyoruz. Zamanın Allah’ın bize verdiği büyük nimet olduğunu unutuyoruz. Hafta sonları dâhil her gün çalışmalıyız. Böyle yapmazsak ülkemizi kalkındıramayız.”
Biz gençlere ve ilim yolcularına çeşitli tavsiyelerde bulunan merhum Sezgin “yapılamaz” denilen şeyleri yapmak suretiyle bu dünyadaki görevini tamamladı ve ahirete irtihal etti. Rabbim makamını âli eylesin.
03/08/2018