Siyer-Tefsir İlişkisinin Kökenleri Üzerine Birkaç Not [I]

01.04.2020
565
A+
A-
Siyer-Tefsir İlişkisinin Kökenleri Üzerine Birkaç Not [I]

Siyer ve Meğâzî ilmi, diğer İslamî ilimlerde olduğu gibi Kur’ân-ı Kerim’in nüzûl ortamı için asli bir unsur olarak kabul edilmiş ve sunduğu veriler sahabe döneminden itibaren âyetlerin anlaşılması noktasında son derece önemli bir işlev görmüştür. Sahabenin bir araya geldiğinde birbirlerine ayetlerin ne zaman, nerede, nasıl, kim hakkında indiği gibi Siyer bilgisi gerektiren sebeb-i nüzul, Mekkî-Medenî, nâsih-mensûh, mübhemât gibi konular hakkında istişare yaptıkları ve bu bilgiler çerçevesinde ayetlerin anlamlarına dair mütalaada bulunduklarıyla ilgili rivayetler, bu alana ilginin erken dönemlerde başladığını göstermektedir. Özellikle Ömer b. el-Hattâb (ö. 23/644), Abdullah b. Mes’ûd (ö. 32/652-53), Übey b. Kâ’b (ö. 33/654 [?]), Ali b. Ebî Tâlib (ö. 40/661), Ebû Musa el-Eş’arî (ö. 42/662-63), Zeyd b. Sâbit (ö. 45/665 [?]), Abdullah b. Abbas (ö. 68/687-88) ve Abdullah b. Zübeyr (ö. 73/692) gibi sahabilerin bu konuda özel gayretleri olduğu bilinmektedir.

Kur’an-ı Kerim’de her konunun izah edilmemesi, bazı ayetlerde Hz. Peygamber’e tabi olmaya, getirdiklerine uyulmasına dair açık ve kesin emirlerin yer alması (3/Âl-i İmrân, 32; 4/Nisâ, 13, 59, 69; 7/A‘râf, 157-158; 8/Enfâl, 20; 59/Haşr, 7 vb.), Hz. Peygamber’in ahlak ve yaşantısının Kur’an ile özdeşleştirilmesi gibi etkenlerin, bu durumun üzerinde tesir ettiğini söylemek mümkündür. Nitekim Hz. Peygamber’in davetine ilk icabet edenlerden biri olan ve kendini Hz. Peygamber’in hizmetine adayan İbn Mesûd’un “Allah’a and olsun ki Allah’ın kitabında, nerede indiğini bilmediğim bir sûre ve kimin hakkında nazil olduğunu bilmediğim bir ayet yoktur. Buna rağmen Allah’ın kitabını benden daha iyi bilen birinin var olduğunu bilsem hemen ayağına gider, ondan faydalanırdım.” şeklindeki meşhur sözü böyle bir gerçeğe işaret etmektedir. Aynı şekilde “tercümânü’l-Kur’ân”, “hibr”, “bahr” gibi niteliklerle anılan İbn Abbas’ın Tahrim sûresi 4. ayetin anlamını tayin ve tespit edebilmek için, “Hz. Peygamber’in aleyhine dayanışma içerisine giren iki kadının (تَظَاهَرَا عَلَيْهِ) kim olduğu konusunda Hz. Ömer’e sorma arzusuyla iki sene bekledim.” dediği nakledilmektedir.

Söz konusu sahabilerin yetiştirdiği onlarca talebe ise Siyer rivayetlerinden hareketle ayetlerin delaletlerini tespit etme gayreti içerisinde olmuşlardır. İbn Abbâs’ın öğrencisi İkrime’nin (ö. 105/723) Nisa sûresi 100. ayet ile ilgili olarak, “Allah ve elçisinin çağrısına uyarak ana yurdunu terk edip hicret sırasında ölen (ve bu sebeple âyete konu olan) kişinin ismini bulana kadar 14 yıl boyunca aradım.” şeklindeki sözleri de bunun bir tür göstergesidir. Aynı şekilde İbn Abbâs’ın öğrencisi Said b. Cübeyr’in (ö. 94/713 [?]) mübhem olan 17 ayeti izah ettiği ve bu anlamda mübhemât ilmine erken dönemlerde ciddi katkı sağladığı; yine tâbiûndan Katâde b. Dâime (ö. 117/735) ve İbn Şihâb ez-Zührî’nin (ö. 124/742) nâsih-mensûh türünün bilinen ilk müstakil eserlerinin sahibi oldukları; Meymûn b. Mihrân’ın (ö. 117/735) da günümüze henüz ulaşmayan Tafsîl li-esbâbi’t-tenzîl adlı eseriyle esbâb-ı nüzul türünün ilk örneğini kaleme aldığı belirtilmektedir. Bütün bu bilgiler, Hz. Peygamber’e yoldaş olmakla Siyer’in bir parçasını oluşturan sahabenin Kur’an’ın anlaşılmasında önemli bir görev üstlendiğini; Siyer’den iktibas ettikleri bilgilerle ayetlerin tarihi zeminini belirleyip anlaşılmasına katkı sağladıklarını ve bu yaklaşımlarının Siyer’den beslenen yeni eserlerin/ilimlerin doğuşuna vesile olduğunu göstermektedir.    

Kur’an’ın nüzul sürecinden metinleşme tarihine, bir araya getirilmesi (cem‘) ve istinsah edilip (teksîr) çeşitli illere gönderilmesine kadar bütün sürece dair bilgiler, ancak tarihi verilerle elde edilebilmektedir. Bu sebeple sahabe dönemi dahil olmak üzere sonraki süreçlerde de Tefsir ilmi açısından özellikle âyetlerin/sûrelerin Mekkî-Medenî oluşu, nâsih-mensûhu ve mübhemâtü’l-Kur’ân gibi konular Siyer-Megâzî, Hadis ve Tarih ilimlerinin verdiği bilgilere dayalı olarak çözümlenmeye çalışılmıştır. Nitekim Hz. Hüseyin’in oğlu Zeynelâbidîn’in (ö. 94/712), “Biz Hz. Peygamber’in megâzîsini Kur’an’dan bir sûreyi öğrendiğimiz gibi öğrenirdik” sözü Siyer ve Tefsir arasındaki bağa işaret ettiği gibi aynı zamanda erken dönemlerde bu bağın son derece önemli ve gerekli görüldüğünü de göstermektedir. Aradaki bu bağın farkında olan klasik dönem müfessirlerden biri olarak Ebû Hayyân el-Endelüsî (ö. 745/1344) de, müfessirin ihtiyaç duyduğu ilimleri sıralarken Arap dil ve belagatı ile şer’î ahkâmdan sonra dördüncü sırada “mübhem-mücmel, esbab-ı nüzul, nâsih-mensûh” gibi rivayet ve tarih bilgisine dayanan ilimleri sıralamıştır.

Abdulcabbar Adıgüzel
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.